Ana içeriğe atla

BEŞİR AYVAZOĞLU’ NUN “ BOZGUNDA FETİH RÜYASI “ YAHYA KEMAL’ İN BİYOGRAFİSİNİN ÇİZİLDİĞİ ROMAN...

BEŞİR AYVAZOĞLU’ NUN “ BOZGUNDA FETİH RÜYASI “ 
YAHYA KEMAL’ İN BİYOGRAFİSİNİN ÇİZİLDİĞİ ROMAN 

”Artık demir almak günü gelmişse zamandan , Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan ” . Yahya kemal’ den bahsedeceksek çok sevdiğim ‘  Sessiz Gemi ‘ şiirinden bir alıntı ile başlamak isterim.2 Aralık 1884 ‘te Üsküp ‘ te doğan Yahya kemal ,1 Kasım 1958 ‘ de İstanbul ‘ da vefat etmiştir. Türk şair ve yazarıdır. Asıl adı Ahmet Agah’ tır. Başlangıçta Sultan Abdülhamit’ e karşı muhaliflerin safında yer almış ve Paris’e gitmiştir. Orada Fransızca’ sını ilerlettikten sonra Siyasal Bilgiler Fakültesine girmiştir. 9 yıl sonra İstanbul’a dönmüştür. Beşir Ayvazoğlu ‘ Bozgunda Fetih Rüyası ‘ adlı romanında Yahya Kemal’ in biyografisini çizmiştir. Yahya kemal’ in Üsküp sevgisini, Selanik hayatını , Paris’ e gidişini, tekrar İsatanbul’ a dönüşünü, engin tarihi, edebibilgilerini, edebiyat görüşlerini, dil ve sanat anlayışını, aşkını bir bir dile getirmiştir. Tüm bunları kaleme dökerken Ayvazoğlu  Yahya Kemal’in ruhsal ve fiziksel portresini başarılı bir şekilde işlemiştir. Yahya kemal’in romandan hareketle ruhsal portresine değinelim. Taşralı bir tipi olan,yeri gelince kalın sert gürültülü sesi ile sanatın yüceliğini ve edebiyatını adeta insanlara haykıran,yeri gelince sakin anlatımı ile insanların gönlünü fetheden , yer yer ise Rumeli ağzına kaçan Türkçesi ile güzel , renkli ve velveleli bir konuşması vardır.Paris ‘ ten İstanbul ‘ a dönünce engin bilgileri ile Şefik Esad’ ın evinde, Kıbrıslıların yalısında , Darüşşafaka’ da ders verirken ve Türk ocağında ki konuşmaları ile insanları mest etmiş. Gönüllerini feth edip ismini duyurmuştur. Bir taraftan da kendine karşı çıkanların söz ve yazılarına maruz kalmıştır. Ruhsal portresine değinecek olursak; Kitabı okuyunca onunla ilgili ilk izlenimlerim şunlar olmuştu; Mütevazı, hoşgörülü, dürüst, meraklı, öğrenmeyi seven, duygusal bir insan. Duygusal yönüne  değinecek olursak ; Yahya Kemal’ in asıl adı Agah Kemal . Fakat o Yahya Kemal ismini kullanmayı tercih ediyor.  Babası İbrahim Naci Üsküp’ te ki memuriyetini Selanik‘ te devam etme kararı almıştır. Karısı Nakiye Hanım eşinin bu kararından sonra Selanik ‘ yatağa düşmüş  eşi birde onu aldatınca üzüntüden vefat etmişti. Tüm bu olanlatdan sonra Yahya Kemal babasından uzaklaşmış ve onun verdiği Agah Kemal ismini dahi kullanmak istememişti. Tüm hayatı boyunca Üsküp deyimi yerinde ise burnunda tütecekti. Duygusallığı üzerinden gidecek olursak Celile Hanım ile ilişkisinde de oldukça duygusaldı. Öyle ki onunla ayrıldıktan sonra bir süre şiir dahi yazamamıştı. Nüktelere konu olmuştu .Diğer bir yönü ise meraklı bir kişiliğe sahip olmasıydı. Yahya Kemal Fransız ve Osmanlı tarihini çok iyi biliyor. İstanbul ‘ un her bir köşesini sohbet ettiği arkadaşlarından  daha iyi biliyordu hitabet ettiği insanlar onun bu bilgisi karşısında şaşırıyorlardı. Ona İstanbul’ da ne kadar süre kaldığını soruyorlardı . Oysa Yahya Kemal 1 yıla yakın İstanbul ‘ da kalmıştı.ondan önce ise Selanik ve Üsküp ‘ de bulunduğunu söylüyordu. Tüm bu bilgisinin kitaplara ait olduğunu her şeyi kitaplardan öğrendiğini söylüyordu.Okumuş olduğu; “ Vak ‘ a_ nüvis tarihlerini, Tarih’i cevdetleri , Tarih-i Lütfi ‘leri  “ çok okuduğunu ve bu şekilde İstanbul ‘ u çok iyi tanıdığını söylüyordu. Merak ve bilgi isteğini kitaplardan gideren Yahya Kemal .İstanbul ‘ a gelince ilk işi İstanbul sokaklarında Lale Devri ‘ nin izlerini aradığını romanda şahit olmuştuk. Ayrıca ilginçtir ki Kıbrıslıların yalısında dilden dile dolanan hanedan dedikodularına bayılıyordu. Edebiyatçı kişiliğinin ilk oluşma yıllarına bakacak olursak; Küçükken Muallim Naci’ yi okuma fırsatı bulan Yahya Kemal , Naci ‘ yi ilk göz ağrısı olarak görüyordu. Öyle  ki Şeraresini elinden düşürmüyordu.Gazellerini yüksek sesle okur, eski lehçe ve edanın farkına varıyordu. Tevfik Fikret’ in şiirlerini çok beğeniyordu. Yunan edebiyatında ise Homeros ‘ u ilk ve tek büyük şairi olarak görüyordu. Fransa’ da Sosyal Bilimler okurken hocası Albert Sorel’ in de etkisinde kalarak kendine has bir edebiyatı adeta ilmek ilmek işlemişti. Aruz ve Hece ölçüsünü kardeş olarak görüyordu. Beyaz bir lisan istiyordu. Muallim Naci’ yi de bu yüzden kendine yakın görüyordu. Çünkü  o dönemde ki Servet-i Fünun’ cuların şairliğinden çok daha iyi buluyordu.Edebiyatımız ‘ da İran edebiyatını klasik olarak görenleri doğru bulmuyor ve eleştiriyordu. Çünkü İran edebiyatı bizim vasıflarımızı kesinlikle taşımıyordu. Bir taraftan da yıllarca Batı ‘ ya bakmaktan ağrıyan boyunları kendimize çevirmek istiyordu. Çünkü Fransız’ ları süslü, suni ve boyalını dilini,estetikli dilini , benzetme ve eğretilerini bırakmalı idik .  Tüm bu söylediklerini bırakmak kolay idi. Çünkü Türkçe sadeliğe yakın bir dildi. Öyle ki Divan edebiyatı şairleri bile yalın Türkçe ile müthiş şiirler ele almıştır. Ama bizler Şark felsefesine yöneldiğimiz için büyük bir hata yaptığımızı dile getiriyor. Bu yanlıştan dönmek içinde kendine has ve çok uzun yıllar tartışılacak olan iki Nev –yunani fikri vardı. Bizler modern edebiyatımızın yüzünü Şark ‘a çevirmişiz . Bu yetersiz ve yanlıştı. Çünkü çok uzun yıllar Fransa’ da kalan Yahya Kemal edebiyatımıza asla uygun görmüyordu. Eğer Eski Yunan ve Latin edebiyatının kaynağına gidip,onu öğrenip kendimize has bir edebiyat oluşturabileceğimizi söyler. Sokrat Eflatun çizgisinden gidip , eski Yunanlı’ların ; Epigram , İdil, Trajedi gibi şekilleri şiirde model olarak kullanmamız gerektiğini vurguluyordu. Tüm bunları yaparsak Avrupa Milletlerinin yaptığı neo- klasik şiirleri gibi bizde kendi Rönesansımızı , edebiyatta devrimimizi başlatabileceğimizi dile getiriyor. Peki bunu nasıl gerçekleştireceğiz. Çünkü her ne kadar eski Yunan ile o dönemdeki yunan aynı değil aralarında fark var dense kim inanırdı. Hele ki o dönemde Osmanlı Devletine karşı oluşturulan ittifakta Yunanistan da yer alıyorken bu zordu. Bu olurken kimse eski Yunan edebiyatını örnek almak istemeyecektir. Zamanla şefik  Esad’ ın evinde, Kıbrıslıların yalısında, Darüşşafaka da ve Türk ocağın da dile getirecekti , kendisini destekleyen insanlar kadar karşı çıkan insanlarda olacaktı. Türk ocağına ise, Hamdullah Supi’ nin daveti ve isteği üzerine girdi. Hamdullah Supi , Yahya Kemalin konuşmalarını dinledikten sonra onun ; tarihi, edebi, medeniyetle ilgili engin ve olgun bilgilerini, dil ve sanat görüşünü orada ki insanlara anlatmasını istemişti. Yahya Kemal başta karşı çıksa kabul edip Türk ocağında düşüncelerini paylaşma fırsatını elde edecekti. Başta istememe sebebi ise o dönem de Ömer Seyfettin ‘ in ona karşı boykotlar idi. Türk ocağında Yahya Kemal tüm düşüncelerini dile getirdi. Onu destekleyenlerin yanında sert bir dille eleştirenler de oldu. Konuşmalarda yer alan Ziya Gökalp ile de tartışmaları oldu. İlk tartışmaları;Yahya Kemal onu büyük bir yazar olarak görüyordu ancak Turancılık fikrini doğru bulmuyordu.Turancılık memleketten , memleketin gerçeklerinden bir çeşit kaçış olarak görüyordu. Hatta Yahya Kemal Paris ‘ te iken Sosyalist olduğunu daha sonra ise Turancılık fikrine kapıldığını dile getiriyor. Ama bununda yanlış olduğunu görünce Milliyetçilik anlayışına geçtiğini ve benimsediğini açık bir dille söylüyordu.İkinci bir tartışmaları ise; Ziya Gökalp, Nev yunani düşüncesine karşı çıkıyor bu düşünceyi uygun bulmuyordu. Üçüncü bir tartışmaları ise; Ziya Gökalp’ in  eski musikiye “ Şark musikisi ” diyerek küçümsemesi ve hor görmesi idi. Yahya Kemal onun bu düşüncelerine karşı çıkıyor ve ” Eski musikimizden anlamayan ,Türklüğü’ de anlayamaz diyor”. Türk ocağında Türkçe ile ilgili tartışmalar karşısında şu düşünceleri dile getiriyor ; 1071 Malazgirt savaşı ile Anadolunun kapılarının ardına kadar açılmasının ardından ,Türkçe’ nin Anadolu’ya girdiğini Osmanlı devirlerinde Rumeli’ye ve İstanbul’ a yerleşmiş olan Türklerin bir çeşit lehçesi olarak görüyordu. 800 seneden beri etkileşim halinde olduğunu Din ve İslam medeniyetlerinin de etkisi ile kendine has bir Türkçe’nin oluştuğunu söylüyor.Bu Türklüğün bir Türkçesi,Türkçenin de bir yazı dili olduğunu vurguluyor.Ayrıca Arapça ve Farsça sözcüklerin olduğunu söyleyenlere gülerek sadece Arapça ve Farsça mı diye soruyor. Çünkü Yahya Kemal ‘ e göre Arapça ve Farsça nın yanında İtalyanca, İslav dilleri ve Rumca kelimelerin olduğunu söylüyor. Tüm bunların yanında dilde sadeliğe gidilmesini, beyaz bir lisan oluşturmamız gerektiğini vurguluyor. Diğer yandan Yahya Kemal şiirlerinde tek bir akıma bağlı kalmadan Klasizm, Romantizm, Parnasizm , Sembolizm  gibi bir çok akımdan yararlanmıştır. Kendine has bir üslupu ve şivesi ile sözlerin musikiye benzemesi sanatını benimsemiştir. Divan ve Modern edebiyatı birleştiren nadir bir şairdir.İstanbul’ a ilk geldiği günden beri siyasete iteklense de asla sözlerini ve kalemini siyasete karıştırmak istememiştir. O dönemde yaşanan Balkan savaşı yenilgisi ve tekrar savaş hazırlığı onu endişelendiriyordu . Milletinin savaşa sürüklenmesi onu üzüyordu. Seferberlik ilan edildiğinde hemen Ahz-ı asker şubesine  müracaat etmiş. Fakat nüfus tezkeresini değiştirdiği için ve değiştiren ilk ve tek kişi olduğu için kanun çıkması gerekiyordu. Bu yüzden askere de gidemedi. Ama edebiyatı ile milletine bir nebze destek olmak istiyordu. İnönü’ de kazanılan  başarı onu öyle heyecanlandırmıştı. Milliyetçi kişiliğini coşuyor ve yazılarına yansıyordu. Yahya Kemal’ in bu milliyetçiliğini gören onu siyasete davet ediyor ama o kabul etmeyip benim hayalim edebiyatım ile ülkeye güzel şeyler bırakmak istiyorum diyordu. Bunu Siyaset ile değil kalemim ile yapmak istiyorum diyordu. Bunu da yaptığını romanda görüyoruz. Örneğin Darüşşafaka da öğrencileri ile bir bir ilgileniyor ve okul çıkışları onlarla edebiyat sohbetleri yapıyordu. Bu sohbetlerde Nedim’ i , Şeyh Galip’ i, Bergson’u, Fransız ihtillalini , İstanbul ‘ un fethini , günlük olaylar gibi bir çok şeyi ele alıyorlardı. Yahya Kemal Celile ile konuşmalarında resim ve nesrin önemini vurguluyordu. Yahya Kemal’ in portresi çizilmek üzere Ruşen Eşref’e ve  Süleyman Nazif’ e sorulduğunda genel olarak şunları dile getiriyorlar; Yahya Kemal hitabeti ile herkesi etkisi altına alan , gönülleri feth eden, şiirleri herkes tarafında sevilen bir şairdi. Fakat tek rahatsız oldukları şey Yahya Kemal bu kadar güzel şiir yazmasına rağmen hiç bastırmamıştı. Oysa herkes onun şiirlerini okuyor ve seviyordu. Hatta bu gidişle Yahya Kemal’ in şiirleri anonim olarak kuşaktan kuşağa aktarılacak ama ismini bilmeyecekler diyordu. Özetleyecek olursak yukarıda Beşir Ayvazoğlu’ nun yazmış olduğu ” Bozgunda Fetih Rüyası ”adlı romanda ki Yahya Kemal’ in biyografisininin portresini ele aldım. Yahya kemalin Fiziksel ve Ruhsal yönlerini, tarihi ve edebi bilgilerini , medeniyetle ilgili bilgilerini , dil ve edebiyat hakkında ki görüşlerini, aşkını, çocukluğunu, babası ile ilişkisini, Üsküp , Selanik ve Paris hayatından kendine katıklarını, Nev- yunani düşüncesini ele aldım

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ninni nedir? ninnilerin tasnifi, ninnilerin sınıflandırılması ve Yozgat yöresinde ninniler üzerine...

Ninni nedir?  Tasnifi ve sınıflandırılması      Ninni ; Anne  ile  çocuğun  ahengini ,birliğini ,yakınlığını ve  uyumunu  sağlayan  ninniler tarih boyu  hemen her  toplumda  var olmuş müzik değeri  taşıyan  edebi  örneklerdir. Ninni  sözü, Divan’ ü Lügati ‘t-Türk ’te ”balu  balu “sözü ile karşılanmış ve bu kelimeye ; “ Kadınlar beşikte çocuğu uyutmak için söylerler.”karşılığı verilmiştir .Amil Çelebioğlu  : “En az  iki –üç  aylıkken üç dört  yaşına  kadar  annenin çocuğuna,onu  kucağında ,ayağında  veya beşikte  sallayarak  daha çabuk ve kolay  uyutmak için yahut ağlamasını susturmak için hususi bir  beste  ile söylediği ve o andaki halet-i rubiyesini  yansıtır mahiyette ,umumiyetle  mani türünde  bir  dörtlükten  meydana  gelen bir çeşit  türkülerdir “ demiştir . Ali Berat Alptekin ise : ”Ağlayan çocuğu susturmak veya uyku saati gelen çocuğu  uyutmak için anne kucağında , dizinde veya beşikte söylenen  ezgilerdir “.Doğan Kaya’ ya göre “ uyutulmaya çalışılan  çocuğa veya çocuğu hoplatı

Yozgat yöresinde; Atasözleri, deyimler ve özlü sözler

Yozgat yöresinde ; Atasözleri , deyimler ve özlü sözler...(•‿•) Yozgat Yöresinde Atasözleri  :  Sel gider,kum kalır. Eşeğin canı yanarsa atı geçer. Şubatın arpası ,martın körpesi  Uzaktan davulun sesi , goygun gelir . Dek duranın devesi ölmez . Devenin dişi avradın yaşı sorulmaz.  Sahla zamanı ,gelir zamanı . Eşek tavlanmakla yola gelmez . Islık eşeğin yaylasıdır.  Baskısız yoncayı el alır . Açma  kutuyu ,söyletme  kötüyü. Davar ;  kömünü  itsiz ,sahibini etsiz  bırakmaz. Yozgat  Yöresinde  Söylenen  Deyimler :  Maya süte katılır, ayrana katılmaz. Oğlan dayıya kız bibiye çeker . Sapı çok, denesi yok. Ölü eşek  nallı olur. Uzaktan gelenin eline bakarlar . Yine bohçanı açtırma bana . Yüz verdik astar isteme . Leblebiden nem kapar. Çapanoğlunun abdest suyu. Ardıç kadı ,çam müftü . İşin içinden çapanoğlu çıkar . El içinde vasiyet ettik ,ölmezsek olmaz. Dana papuç yiyor bunda bir iş var . Bir köyü eşeğe bindirir,üstüne de kendisi biner. Bir beziden iki ekmek çıkmaz. Dört diyor dokuz diyor ,

Ahmet Hamdi Tanpınar " Huzur Romanı Üzerine" ...

Ahmet Hamdi Tanpınar" Huzur Romanı Üzerine"... (•‿•) Yeni Türk Edebiyatı nın  ilk profesörü olan Ahmet Hamdi Tanpınar ,  adeta Huzur  romanı ile huzursuzluğun  romanını çizmiştir.   Tanpınar ,   romanı dört bölüme ayırmış ve  bu   bölümlere  karakterlerinin    isimlerini  vermiştir.   Bu isimler sırasıyla  İhsan,  Nuran , Suat ve Mümtaz dır .   Roman,   İkinci Dünya Savaşı nın  başlamasında bir gün öncesinde, başlayıp   bitmiştir.   Binevi  huzur    İkinci Dünya Savaşı na   doğru   ilerleyen dünyanın , fırtına   öncesi   sessizliğinde    geçer.   Roman da  geçmiş  şimdiki   zamanda  yaşanmıştır .  Huzur   iyi  bir  aşk romanı    olmasının   yanında,  bir  düşünce romanıdır .   Roman  Batılılaşma,   Modernizm   ve   Nihlizm   üçgeninde  ulusal kimlik arayışı işlenmiştir.   Yerini ve kendini     arayan    topluma   ayna   tutmaya   çalışmıştır.  Roman da  verilmek   istene  düşünceler,  İhsan   karakteri ile   verilmiştir.   İhsan   Batı   eğitimi   almış,  çağcıl bir    Osmanl